Dünya genelinde mikrobiyota araştırmaları ve probiyotik eser gelişiminde öncü Biocodex Lideri Jean-Marie Lefevre, Türkiye’deki ilaç kesiminde bulunmalarının 10. yılı hasebiyle, açıklamalarda bulundu.
Mikrobiyotanın bedende başta bağırsaklar olmak üzere tüm organlarda yaşayan mikroorganizmalar olduğunu ve bağırsakların “ikinci beyin” olarak değerlendirildiğini söz eden Lefevre, bu mikroorganizmaların salgıladıkları unsurların, hormonal ve bağışıklık sistemine kıymetli katkılar sağladığını söyleyerek şöyle devam etti:
“Bizimle yaşayan 100 trilyon mikroorganizma var. Gökyüzündeki yıldızlardan sayıca daha fazla olan bu mikroorganizmaların yüzde 95’i, yani 10 binden farklı çeşidi sırf bağırsaklarda yaşıyor ve toplam tartıları 2 kilogramı buluyor.”
“HASTALIKLARIN % 90’ININ MİKROBİYOTA İLE BAĞLANTISI OLDUĞU DÜŞÜNÜLÜYOR”
Araştırmaların, pek çok kronik hastalığın temelinde bağırsak mikrobiyotasının bozulmasının yattığını ortaya koyduğunu belirten Lefevre, “2020 yılına gelindiğinde tüm hastalıkların yüzde 90’ının mikrobiyota ile az ya da çok münasebeti olduğu düşünülüyor. Obezite, diyabet, kalp-damar hastalıkları, karaciğer hastalıkları, alerji, astım, hassas bağırsak sendromu, kimi kalın bağırsak kanser tipleri, parkinson ve alzaymır ile alakalı olduğuna dair deliller mevcut” sözlerini kullandı.
“MİKROBİYOTA ÇEŞİTLİLİĞİNİ KORUMAK ÇOK ÖNEMLİ”
Lefevre, bağırsak mikrobiyotasının, beyin işlevlerinde da kıymetli fonksiyonlara sahip olduğunun altını çizerek, şunları kaydetti:
“Geçtiğimiz yıl bilim insanı Guillaume Chapelet tarafından ‘Bağırsak, parkinson hastalığının oluşum biçimini açığa çıkaracak olan kayıp modül mı?’ başlıklı araştırma yapıldı. Bilim insanı Tari Haahtela, bu yıl yayımladığı çalışmada, alerjik hastalıklardan korunmak için mikrobiyota çeşitliliğinin korunması gerektiğini ortaya koydu. Bunun yanı sıra otizm ve mikrobiyota ilgisi hakkında 300’den fazla makale yayımlandı. İspanya’da hayvanlar üzerinde yapılan mikrobiyota nakilleri, bağırsak mikrobiyosunun obezite ve buna bağlı metabolik bozuklukların gelişiminde nedensel bir rol oynayabileceğini gösterdi.”
Zorunlu olmayan sezaryen doğum, anne sütü ile beslenmeme, yanlış besinlerin tüketimi, gereksiz antibiyotik yahut ilaç kullanımı, ömür alanı, çevresel faktörler üzere birçok parametrenin mikrobiyota istikrarını bozduğuna dikkati çeken Lefevre, “Sonuç olarak, mikrobiyota istikrarımızın bozukluğuna neden olan birçok faktörle daha anne karnından başlayarak karşılaşıyoruz. Bu nedenle mikrobiyota çeşitliliğini korumak hastalıklardan korunmada ve sağlıklı yaşlanmada çok değerli.” diye konuştu.
Sağlığın korunması için mikrobiyota istikrarını bozacak ögelerden uzak durulması gerektiğini aktaran Lefevre, “Ayrıca bilimsel aktifliği kanıtlanmış eserlerin doğumdan itibaren bağırsak florasında bulunan bifidobakteriler üzere probiyotiklerle mikrobiyotanın korunması ehemmiyet taşıyor.” dedi.
“İŞTAH DÜZENEĞİ DENETİM ALTINA ALINABİLİYOR”
Firmanın lider yardımcısı Nicolas Coudurier ise uzun yıllardır mikrobiyotanın korunması için çeşitli yaş kümelerinde kullanılmak üzere 1953 yılından itibaren eser geliştirilerek, kişinin bedenindeki mevcut mikrobiyotanın iyileştirilmesinin sağlandığını aktardı.
OBEZ ÇOCUKLARIN MİKROBİYOTA ÇEŞİTLİLİĞİ SAĞLIKLI ÇOCUKLARDAN AZ
Son yıllarda artan obezite sıklığının nedenleri üzerine yapılan çalışmalarda, bozulmuş mikrobiyotanın kıymetli bir etken olduğunun ortaya konulduğuna değinen Coudurier, yapılan yeni iki çalışmanın da bunu doğruladığını vurguladı:
“Son olarak Çin’de yapılan bir çalışma, obez çocukların mikrobiyota çeşitliliğinin sağlıklı çocuklara nazaran daha az olduğunu gösterdi. Yeniden Avrupa’da tamamlanan bir öbür çalışmada da probiyotik kullanan obez çocuklar ile kullanmayanlar kıyaslandı. Bu çalışmada da probiyotik alarak mikrobiyotasında çeşitliliğe katkı sağlayan kümede kilo düşüşü gözlendi” bilgisini verdi.
Şu anda yeni bir çalışmanın hayata geçirildiğini belirten Coudurier, şunları kaydetti:
“Fazla kilolu bireylerde kilo denetiminin sağlanmasında probiyotik kullanımına ait klinik bir çalışma başlatılarak yeni bir eser geliştirildi. Bu çalışmada, iştah denetiminin sağlanmasında mikrobiyotanın tesiri incelendi. İştahı artıran hormonun salgılandığı yer bağırsaklar. Glukagon like peptid-1 (GLP-1) ve Ghrelin diye isimlendirilen bu hormon denetim edilebildiğinde, iştah da denetim altına alınabiliyor. Bu kapsamda, geliştirilen probiyotik eserle, bağırsak mikrobiyotasında ilgili hormona tesir edilerek, iştah sisteminin denetimi sağlanıyor.
“ARAŞTIRMANIN UMUT VERİCİ SONUÇLARINI HEYECANLA BEKLİYORUZ”
Gasroentereloji uzmanı Prof. Dr. Cem Kalaycı da araştırmanın olumlu sonuçlar gösterdiğini belirterek, “Araştırma umut verici, sonuçlarını heyecanla bekliyoruz. Tüm sonuçlar olumlu halde tamamlandığında günümüzün değerli hastalıklarından birine alternatif bir tahlil sunabilir” değerlendirmesinde bulundu.
